1 Nisan 2014 Salı

Yalnız seni arıyorum

Dün High Fidelity, Su, yarattıgımız mitolojik kahramanlar dedim de bu konuyu biraz daha açmak istiyorum. Ne de olsa uzun yıllarımız bunlara kafa yormakla geçti. High Fidelity’de bahsettiğim pasaj ben ve birkaç yakın arkadaşımın uzun yıllar boyunca gerçeği oldu. Bu herkes için böyle midir bilmiyorum ama gerçekten varoluşunun merkezine sanatı yerleştirmiş insanlar platonik aşklar yaşamaya daha meyilli oluyor. Platonik bir aşkın illa karşılıksız olması gerekmiyor. İnsan biriyle birlikteyken de o kişiye platonik hisler besleyebiliyor, zaten bütün hayalkırıklıkları da buradan başlıyor. Bu dediklerim kitap okumayan çok realist kimseler için geçerli değil belki. Bunun da filmi var. 500 days of Summer (evet siz de beşyüz days of Summer dediniz okurken içinizden). Hep pop kültür ürünlerine atıf yapıyorum durum açıklamak için ama bu sanat batağına saplanmış insanlar için yapılan film ve kitaplar pop kültür ürünü oluyor hep. 500 days of Summer da o kadar tanıdık bildik bir hikaye ki. The Smiths’in aynı şarkısını sevdikleri için başlayan aşk. Ortak zevkler aşık olmak için yeterli midir? Müziksever olduğu için değil bizim sevdiğimiz müziği sevdiği için birini sevmek. Aynı kitabı illa ki okumuş mu olmalı biri bizim ona hayranlıkla bakabilmemiz için? Eğer sapına kadar narsisistseniz evet. Aynı şarkıyı sevdikleri için birbirini ruh ikizi ilan edenler acaba aslında kendilerine ne kadar aşık olduklarının farkında mı? Orhan Veli’nin evli sevgilisi Nahit Hanım’a yazdığı mektupları okuyorum. Öncelikle her ikisi de vefat ettikten sonra yayınladığı ve izinleri olmadığı için müthiş bir mahremiyet sıkıntısıyla okudum kitabı. Belki mutsuz bir aşkın eseri olduğu için belki bu ara tape dinlemekten özel hayatlara bu denli sızmanın suçluluğu omuzlarımda yük oldu kitabı okurken. Cemal Süreya ‘onursuzunum ben senin’ diyor ya, birinin onursuzu oldugumuz anların başkasıyla bu denli paylaşılması beni sanırım yaraladı. 


Orhan Veli  Nahit Hanım’a iç parçalayan mektuplar yazıyor. Parasızlıktan yanına gidememiş dört gözle haber bekliyor. Nahit Hanım anladığımız kadarıyla huysuzluk yapıyor. Orhan Veli ısrarla kendisinin tek kadın olduğunu söylüyor ama bildiğim kadarıyla kendisi namlı çapkınlardan. Kitap boyunca kızdığımız Nahit Hanım haklı yani aslında. Bir yandan da Orhan Veli de kendine aşık. Atfettiği özelliklere aşık. Kitabın adı ‘Yalnız seni arıyorum.’ Doğru ama Orhan Veli kendine sesleniyor kendini arıyor aslında. Bunu da uzakta yaşayan evli yani asla kavuşup gündelik hayatı paylaşamayacağı birinde gerçekleştirmesi bana çok doğal geldi. High Fidelity diyeceğim yine. Nahit Hanım hep ‘gut feeling’ hep ‘egzotik iççamaşırı’. 


Bir şair için ilham kaynağı olabilir bu durum ama bence birini aslında bu kendi özelliklerimizi ona atfetmeden, karşımızdakinin farklılıklarını kabullenip her yönünü tanıyarak sevebilmek daha yüce bir şey. Bir insanı sevmekle başlayacak her şey ve evet sevgi emek işte. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder