15 Kasım 2014 Cumartesi

Kaybolmayalım diye

"Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında;
Yekpare, geniş bir anın
Parçalanmaz akışında."


Bugün bu yıl nobel ödülü alan Modiano'nin son romanını okudum. Kitap fena değil; çok  sevmedim ama polisiye yönü ağır basmasa da  yine de insanı merak ettiren bir polisiye . Bence  kitap daha ziyade anılar ve insanın hayatının değişik dönemlerinden bahsediyor. Yaşlı bir adamın unuttuğu çocukluğu ve gençliği. Zaman benim için de çok mühim bir mevzu;     üzerinde konuşmaktan bıkmadığım bir konu. Üniversitede Tanpınar'ın zaman algısı ve Bergson kitaplarıyla haşır neşir olmuştum. Bergson'un Le temps et la simultaneité'sini okuyup anlamaya çalışıyordum; şimdi aklımda pek bir şey kalmamış. Modiano'nin kitabının kahramanı anılarının peşinden gidiyor. Benim için anılarım mühim şeyler; günlük yazdığım için hafızam da anılarımla dolu. Unutmayı sevmiyorum. Halbuki bazen büyük kaçış; uğruna mükemmel şiirler yazılacak kadar değerli bir şey unutmak (Ey unutuş! kapat artık pencereni-bu şiirin başlığı ispanyolca; ben de çok seviyorum başlıklarımı başka dillerde yazmayı). 

Bugün bu romanı okuyunca (Pour que tu ne te perdes pas dans le quartier romanın adı) aklıma Otuz Beş Yaş şiiri geldi. Ne kocaman bir adamdı ömrünün yarısında otuz beş yaşındaki Cahit Sıtkı Tarancı. 6 yıl sonra 35 olacağım ben de; bugün bu şiiri okuyunca sanki büyüdüğümü anladım. Şiirde aynaya bakıp kendine yabancılaşıyor şairimiz. Ben aynaya bakınca kendime yabancı hissetmiyorum henüz, bilmiyorum yaştan mı yoksa yaşlarımı daha idrak ederek yaşamaya karar verişimden mi. İnsanın kendini bedenine ait hissetmediği dönemler oluyor. Ergenlik döneminde bu hissi çokça yaşadığımı ve tasavvufla belki de o yüzden o dönem çok içli dışlı olduğumu sanıyorum. Beden bir kafes; biz ruhtan ibaretiz. Öyle miyiz? Öyleyse bile bedeni kafes değil de üzerinde ya da içinde konakladığımız bir ev olarak görme fikrine daha sıcak bakıyorum. 

Zaman diyordum; Avusturya'da kültür şoku yaşadığım tek konu olan zaman. Avusturyalılar için zaman çok net biçimde ölçülüp biçilebilen planlanabilen ve tamamen insanın efendisi olduğu bir şey. Bizde ise zaman mı bizim efendimiz yoksa biz mi zamanı hiç kontrol etmek istemiyoruz bilemiyorum. Hangisi daha iyi onu da bilemiyorum. Burada sürekli takvimlerle randevularla; 15 geçe buluşmak üzere verilen ve tam da 15 geçe buluşulan toplantılarla yaşamaktan biraz bıktım. Bağlanma korkusu olan bir erkek gibi hissediyorum kendimi karşımdaki Avusturyalı bana bundan 6 ay sonra perşembe günü müsait olup olmadığımı sorduğunda; boğuluyorum, giydiğim kıyafetin yakası boğazımı sıkıyor. Bununla ilgili farklı kültürlerin zaman anlayışlarını inceleyen çok güzel bir yazı vardı. Avusturyalılar da bize tahammül edemiyorlar tabii. Son dakikacılığımız ve planlamadan uzaklığımızla çıldırtıyoruz insanları. Patronumla birlikte Türkiye seyahati yapacağımızda; gerekli randevular için ben bir Avusturyalı gibi insanları 4 hafta önceden aramaya başladım (ki aslında bu Avusturya için kısa bir süre). Bizim Türklerin bana verdikleri cevapları yazıyorum : "Ne bileyim olur herhalde, 4 hafta sonra diyelim ama siz 2 gün önce tekrar arayın"; "4 haftaya kim öle kim kala"; "Lütfen geleceğiniz hafta arayın 4 hafta gibi uzak bir tarihe randevu vermem imkansız." Patrona bunları anlatmam elbette zor oldu; adam benim işi salladığımı bile düşündü başta. Sonra son dakikada ayarlanan toplantılar tıkır tıkır işleyince o da şaşırdı. 

Zamanın bu kadar kültürel bir şey olduğunu gördükçe daha da ilgimi çekmeye başladı. Zaman konusunda emin olduğum tek bir şey var; izafi zamanımızı istediğimiz gibi eğip bükmek bizim elimizde. Ayrıca her yaştaki halimizi de cebimizde taşıyoruz; içimizdeki çocuk veya genç kız yahut öğüt veren yaşlı kadın olmak da bir seçim. Herkesin günleri sayılı ama aklımız ve ruhumuzla yaşadığımız zaman sonsuz bir şey. Tanpınar da çok büyük bir adam. 

"Kökü bende bir sarmaşık
Olmuş dünya sezmekteyim,
Mavi, masmavi bir ışık
Ortasında yüzmekteyim."


1 yorum:

  1. Zamanı bükmek! İhtiyacım olan şeyi buldum. Zaman gerçekten hem kendi içinde, hem bireysel hem toplumsal olarak ne kadar farklılaşan bir olgu. Bir de canım Ahmet Hamdi var tabii. Her yazında derin sorgulamalara girişiyorum. Sen hep yaz.

    YanıtlaSil