24 Kasım 2014 Pazartesi

So 90's

Geçen hafta hazır İstanbul'dayken sinemaya gideyim dedim. Bir şehirde sinemaya gitmek benim için mühim bir sembol, A. ile çok uzun süre uzak mesafeli olduğumuzdan ben hayatımda ilk kez Viyana'ya gittiğimde; şehri gezmek yerine hemen sinemaya gitmiştik. Bir şehirde sinemaya gitmek, biriyle sinemaya gidebilmek o şehri, o kişiyi günlük hayatımızın değişmez bir parçası kılıyor, telaşsız, gün saymasız bir zaman parçasında olduğumuzun altını çok sessizce çiziyor. İstanbul'da sinemaya gitmeyeli de ne çok olmuştu. Kısıtlı vakitleri görmek istediğim insanlara bölüştürmeye çalışıp başaramayıp yorulduğumdan İstanbul'da yıllardır sinemaya gitmiyordum. Viyana'da mesela film festivali kapsamında oynayan Nuri Bilge filmlerine gitmek de Viyana'da sinemaya gidiş ritüellerimin sevdiğim bir parçası oldu. Hayatımda ilk kez cesaret edip tek başıma sinemaya da Viyana'da gittim. Viyana'da ilk yılımdı; korkunç bir karakış yaşıyorduk. Filmde güneş görüp sevinince aklıma yalnızca sinemada görebilen vampir Brad Pitt gelmişti. 

Yalnız yıllar sonra gide gide "Karışık Kaset"'e gittim. Annem "Unutursam Fısılda" filmine girmek istedi ama "Babam ve Oğlum" filmine o zamanlar çok tanımadığım bir arkadaşımla gidip yanında ağlamaktan fenalaştığımdan beri Çağan Irmak'ın ağlatan filmlerine mesafeli davranıyorum. Karışık Kaset ise mükemmel olabilecekken maalesef sıkıcı olmuş. Başrol oyuncusu çocuğu da pek sevmediğimden herhalde filmde çok sıkıldım. Halbuki müzikle ilgili bir filmin ilgimi çok daha fazla çekeceğini umut etmiştim. Benim gibi müziksiz yaşayamayan biri için güzel konu tabii. 

Kasetlerin son şaşaalı yıllarına denk gelen son kuşak biziz sanırım. Ben de ilk aldığım kaseti hatırlıyorum, sonra hala çok sevdiğim; radyodan kayıt yapabilen teybime kavuşunca da dünyalar benim olmuştu. Kaset almak konusunda prensibim bir albümün en az 2 şarkısını çok beğenmekti. Kasetlerin çoğu zaman heyecanla dişlediğimiz ya da anahtarla ucunu açmaya çalıştığımız plastiklerini bir an önce yırtmaya çalışmak; kartonetleri incelemek (hele 8-9 yaşındayken Tarkan kasetiyse;resimlere bakıp Tarkan'lı hayallere dalmak) güzel heyecanlardı. Yalnız ben şimdiki teknolojiyi daha çok seviyorum. Hem kitap hem müzik konusunda zaman zaman yoksunluk krizine girebildiğimden bazı şarkıları o anda dinlemem gerekiyor, şu anki müziğin ve sanatın erişilebilirliğinden dolayısıyla çok memnunum. 

Karışık kaset doldurma konusunda şimdi High Fidelity varken bu Karışık Kaset pek yavan kalmış. Filmde tek hoşuma giden İçimdeki Fırtına şarkısının hikayesi oldu. Melih Kibar'ın fırtınada yazdığı melodiye Çiğdem Talu melodinin fırtınada yazıldığını bilmeden İçimdeki Fırtına diye söz yazmış. İki kişi arasındaki telepati, sessiz bağlar önemlidir. Sonra Melih Kibar ve Çiğdem Talu'nun hikayelerine baktım. Çiğdem Talu Melih Kibar'dan büyük diye hep ilişkilerinden çekinmişler, hatta sonunda da ayrılmışlar. Yusuf Atılgan ile eşinin de arasında yaş farkı varmış mesela; ama erkek büyük olunca nedense hiç ses edilmiyor. Toplum baskısı altında ezilmiş aşkların hikayelerini okuyup dinleyince içim buruluyor. 

Film çok güzel olabilecek bir konuyu heba ettiği için üzüldüm. Bir de filmde piyano hocam Maria Rita Epik'in karşıma çıkmasına sevindim.



1 yorum:

  1. Yabancı şehirdeki yetişkinliğimi ve kaset kovalayan çocukluğumu ne de güzel bir araya getirmişsin. Sinemaya gitmek tam da öyle bir duygu. Şarkı çekmenin yanında, bir radyo spikeri edasıyla aldığımız kayıtlar, saçma sapan siyasetçi taklitlerimiz, büyük sanatçılarmışçasına verdiğimiz röportajların hepsi karşıma dikildiler yazıyı okuyunca.

    YanıtlaSil