27 Kasım 2014 Perşembe

Vuelvo al sur

Yarın 2 yıl aradan sonra tekrar Madrid'e gideceğim. Onun heyecanıyla ve İtalya hakkında yazmışken bir de İspanya ile ilgili bir yazı yazayım dedim. İlk İspanya'ya gidişim daha önce bahsettiğim üzere Roma'dan sonra oluyor. Yine daha önce bahsettiğim ve erken yaşlanma bunalımıma çare olarak seyahat etmemi salık veren Tomas Amcam bana Valencia'nın Castellon kasabasındaki şirketinde staj ayarlamış. Roma'ya gidişim de aslında İspanya vizesi alamadığım için. İspanya bana vize vermiyor, çok ağlıyorum. Sonra işte herhalde her işte bir hayır olduğundan İtalya vizesiyle önce Roma sonra İspanya'ya gidebiliyorum.

Roma'dan sonra Castellon'da sonradan çok yakın arkadaşım olacak olan Venezüelalı Angelica beni havaalanından alıyor. Tomas o sırada başka bir ülkede, home office olarak kullandığı evini bana vermiş. Evin ön kısmı ofis, gündüzleri insanlar geliyor; akşam benim evim oluyor. Bildiğim 3 kelime İspanyolca (ha bir de sözlerini anlamadan ezberlediğim el talisman şarkısı var) ile bir maceraya atıldığımın farkındayım da İspanyolların nasıl insanlar olduklarını hiç bilemiyorum. Roma'nın şatafatından sonra Angelica beni Castellon'da Subway tarzı bir sandviççiye götürüyor. Ağlamaklı oluyorum, hemen Roma'yı özlüyorum. Ne yapacağım ben bu ufacık kasabada 1 ay? 
Ertesi gün işe başlıyorum. Yan masamda Alvaro var. Karısıyla çocuklarını da alıp uzun yıllar Venezüela'da bir dağda elektriksiz medeniyetten uzak orman hayatı yaşadığını anlatıyor. Çocuklar büyüdükçe yavaş yavaş şehre doğru inmişler. Venezüela'da işler iyice karışınca bir gece içinde İspanya'ya geri dönmüşler.

Ofiste Angelica'nın kuzeni Rosalynn de var. Kimse İngilizce bilmiyor ya da herhangi başka bir dil. Sonra aklıma İstanbul'dan tanıdığım o kasabada yaşayan tanıdığım E. geliyor, mail atıyorum bakıyorum hemen cevap gelmiş. Beni akşam alacağını söylüyor, tamam diyorum. Ben sadece bir kahve içeriz diye düşünüyorum halbuki işte canım Akdeniz insanı, benim yalnız ve sıkıntılı olduğumu anlayan E. beni arabayla alıyor, arkadaşlarının yanına götürüyor. Filmlerdeki gibi bir pub. İçerdeki herkes birbiriyle arkadaş. Benim çat pat İspanyolcamla J. ve B. çiftiyle tanışıyorum. Benim aksanım ve İspanyolca bilmeyişim onları pek eğlendiriyor. Onlar için doğudan gelmiş egzotik bir meyve gibiyim, daha önce hiç Türk görmemişler. Fransızca İtalyanca sözcükleri kendimce İspanyolcalaştırıp bir dil uyduruyorum. İspanyollar bizim Avrupa'da yaşayan versiyonumuz. Türkler İtalyanlara benzer derler; halbuki bence İspanyollara benziyoruz asıl. Bana hemen küfürleri pis lafları öğretiyorlar. İspanyolca oldukça kolay dil ben de hemen kapıyorum. Bir de Arapça etkisi midir nedir bazı saçma şeylere aynı lafları kullanmamıza şaşıyorum. Mesela İspanyollar download yerine "bajar" diyorlar; yani bizim şarkı indirmek onlarda da var. En eğlendiğim kadınlara attıkları laflar (Piropos diyorlar bu laflara). "Mojarpan" deyip gülüyor bazı erkekler. Sonra öğreniyorum ki bizim bandıra bandıra yemenin İspanyolcası imiş, ekmek bandırılacak kadınsın manasına geliyormuş. 

İşyerim Castellon'da, Castellon çok minik bir kasaba ve yapacak hiçbir şey yok. Benim gittiğim ve vakit geçirdiğim yerin ismi ise deniz kıyısındaki El Grao. Castellon'a 10 dakika mesafede, Çeşme'ye çok benzetiyorum. İspanyollar beni her akşam alıyorlar, o puba gidiyoruz, hiçbir zaman 19:00'da akşam yemeği yemiş olduğuma inanmıyorlar. Bir de onlarla gece 22:00 sularında tekrar akşam yemeği yiyorum. Akşamları evde yalnızım ondan bol bol film izliyorum bir yandan. Aklımda kalan filmler High Art ve Clerks. Tomas'ın evinde bulunan İspanyolca Don Quixote ciltlerini okumaya çalışıp boyumun ölçüsünü alıyorum. 

Ben İspanya'ya 2007 yılında gittim, yani tam kriz öncesi en dolce vita zamanlardı. O kadar az çalışarak nasıl o kadar refah içinde yaşadıklarına hem hayret etmiş hem de kendi ülkem adına çok üzülmüştüm. Meğer o refah kredi refahıymış, şu anda Viyana İspanyol göçmenlerle dolup taşıyor. Fırsat buldukça muhabbet ediyorum burdaki İspanyollarla; kriz öncesi hepsi emlakçılık yapıyormuş. (Tahtaya 3 kez vurayım Türkiye için yine de). 

J. ve B. beni her yere götürüyorlar, inanılmaz bir misafirperverlik içindeler. Akşamları hep gece klüplerine gidiyoruz, sokak arasında boğa koşuyor, hayvancağızın boynuzlarını ateşe veriyorlar beni götürdükleri bir sokak festivalinde. Futbolcu Nihat o sırada İspanya'da top oynuyormuş, bir an onu gördüklerini sanıp çok heyecan yapıyorlar. Çiğdem yiyen başka bir millet yalnızca İspanyolları gördüm. Boğa festivalinde yediğimiz çiğdemlerin kabuklarını önümüzdeki adamın keline atmışız. Adam farketmiyor ama biz gülme krizine giriyoruz o sırada. 

Venezüelalı iş arkadaşlarımla da vakit geçiriyorum. Teyzeleri geliyor ziyarete. Türkiye'de diyorum Chavez ve Bolivar pek sevilir, aklımca kadına sevimli görüneceğim. Kadın meğer sağcının önde gideniymiş, önce gerginlik oluyor ama sonra kadın da gülüyor gece tatlıya bağlanıyor. Sağcı teyze ile kahkahalar atarak el sıkışıyoruz. Benim vakit geçirdiğim İspanyollar politik açıdan aşırı cahil. Neredeyse Türkiye'nin nerede olduğunu bile bilmiyorlar. 1 ay boyunca Avrupa Birliği, Ermeni Soykırımı hiçbiriyle ilgili bir soru duymuyorum. Meğer Türkiye'nin tarihi yüklerinden kurtulmak ne büyük hafiflikmiş. Yalnızca 1 kez bir Fransız geliyor bizim puba, saat gecenin körü ben de çakırkeyifim. "Avrupa Birliği" diye lafa girecek oluyor Fransız, "tatildeyim ve sen de aşırı Fransızsın lütfen konuşacak başka konu bul" deyip tersliyorum adamı. Bir de ordaki arkadaşlarımdan birine sağcı ya da solcu olup olmadığını soruyorum. Gözleri öyle bir korkuyla açılıyor ki. Bizim darbe sonrası gibi meğer İspanyollarda da Franco sonrası kesinlikle politik görüş sorulmazmış. Konuyu değiştiriyorum ben de. 

İspanyollar gece yaşamayı çok seviyor. Benim gibi gece kuşu için yaratılmış bir ülke sanki. Her gün sabahlamaktan denize hiç giremeden geri geleceğim. Bu arada İspanyolcam ilerliyor, bol bol şarkı dinliyorum. Artık bizim pubdaki kızların yaptıkları dedikoduları rahatça anlayabilir hale geliyorum, benim anladığımı farkedince önce mahçup olup sonra çok eğleniyorlar. 1 ayda İspanyolca öğreniyorum öğrenmesine, hem de sanırım oldukça argo dolu bir İspanyolca öğreniyorum; ama bu sırada bütün İtalyancam kuş olup uçup gidiyor hem aklımdan hem ağzımdan. İtalya'ya tekrar gidene kadar yani 2-3 yıl boyunca ne kadar zorlasam da ağzımdan tek kelime İtalyanca çıkamıyor. Hala daha yazılı metin olunca metni anlıyorum ama hangi dilde olduğunu ayırt etmem için vakit geçmesi gerekiyor. Gerçi İspanya'da uzun süre yaşadıktan sonra annesiyle İspanyolca konuşmaya başlayan İtalyan bir tanıdığım vardı; sanırım normal bu. 1 aylık süreçte herhalde hayatımda eğlenmediğim kadar eğleniyorum. 

Tatilin son zamanları yaklaşıyor. Üstü açık bir arabadayım, Türkiye sahil şeridini andıran betonarme bir görüntü var ama ben pek umursamazım. Rüzgar hafif hafif saçlarımı uçuruyor. O 1 ayı konuşuyoruz arabadakilerle, biri "A veces la vida es surreal" diyor. Bazen hayat gerçeküstüdür. Galiba ben de onların sıkıcı taşra hayatında eğlenceli bir soluk oldum. Radyoda Chan Chan çalıyor. İspanya'ya şimdilik veda ediyorum. Biliyorum ki çokça geri geleceğim.

(Ricky Martin deyip önyargı yüzünden bu şarkıyı dinlemezlik etmeyin, Tu Recuerdo-Hatıran, o yaz bu şarkıyı çok dinledim. Bana İspanyolca öğreten şarkıları da liste yaptım, dinlemek için tık tık  Spain ) 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder