12 Aralık 2014 Cuma

Kalbimde bir tuhaflık

Bu ara kafamı kaldırmadan kitap okuyorum. Bunda şu sıralar çok fazla seyahat etmemin payı büyük. Dün Viyana'ya gelirken havaalanı ve uçakta önce Handan İnci'nin Orpheus'un Şarkısı Tanpınar'ın Romanlarında Aşk ve Kadın kitabını okudum sonra da Orhan Pamuk'un son romanına başladım onu da bitirmek üzereyim. Handan İnci'nin kitabı çok hoşuma gitti. Tanpınar'a göre aşk ne demek, T. romanlarındaki kadın imgesini çok zevkle okunan şekilde anlatıyor. Kitap Tanpınar'dan ziyade aşk felsefesi kitabı gibi. Tanpınar'ın özellikle Mümtaz'la açıkça şunu söylediğini iddia ediyor İnci, T. aşkı ve kadını sanat eseri yaratabilmek için bir yakıt olarak görüyor. O nedenle hep mutsuz aşkların peşinde.

Kitapta çok güzel tespitler var. "Öğrencilik yıllarımdan bu yana, çevresinde Nuran gibi kadınlar arayan, ona tıpkı Mümtaz gibi aşık olmak isteyen erkek okurlara az tanık olmadım." demiş İnci. Tanpınar'ın da kadınlara yaklaşımını seksist bulmuş sadece ideal kadınlara aşık olunabildiğini yazdığı için. Bu imgeye aşık olma meselesini bu blogda da daha evvel yazdım. Bilmiyorum sanatla ilgilenmeyen insanlar da böylesine imgelere aşık oluyorlar mı? İnci Nuran'ı ve diğer kadınları fazla ideal buluyor. Tanpınar için ışık mühim, kendi de ışık kırılmasını çok izlemiş. Ben de resme merak sardıktan sonra ışığa aşık oldum, o nedenle ne demek istediğini anlıyorum. Kadınları hep ışıklı parıltılı bir şey olarak tasvir ediyor. Pamuk'un son kitabında sonra kadını ışık diye tasvir eden cümle görünce güldüm, ah Pamuk ah, hiç değişmiyorsun. 

Nuran'a aşık olmak isteyen erkek okur var tabii de Nuran olmak isteyen kadın okurlar da var elbet. Tapınılan bir aşk mabudesi olmayı kim istemez? Sonuçta Mümtaz'ın ideal kadınında 3 ölçüt var. İstanbullu olmak, Boğazda yetişmek ve Nuran olmak. Üniversitede,  ilk ikisi tutmadığı için bari Nuran olayım dedim. Zamanında Türkçe'yi taganni eder gibi nasıl konuşurum diye az düşünmedim. İnci, Tanpınar kadınlarının en sonunda aslında kendileri olduğu için değil imgelerinin sevildiği için isyan ettiklerini de yazmış. Sevmek Zamanı'ndan bahsetmeden nasıl durayım? 

Kitaplardaki imge kadınlara ulaşmak, onlar gibi olmak imkansız bir uğraşmış bunu anlamam çok uzun sürdü. Hala da bazı roman kahramanlarıyla kendimce aşık atıyorum, bak ben bunu öğrendim ama sen bilmiyorsun diyorum romanları tekrar okurken. Ya da belki benden şimdi kimbilir kaç yaş küçük olan roman kahramanının hala benden akıllı ve olgun konuştuğunu görünce şaşırıyorum. İnsan sırf aşkta değil kendi için de bir imge arıyor. Fakat erkeklerin bile tam somutlaştıramadığı ışıklı soyut kadınlara ulaşmaya çabalamak da zor bir uğraşmış. Nuran da Mümtaz'ın eskilerden getirdiği kılıklara kimliklere bürünmek istemiyor. Yaşadığı yıldan memnun bunu da açıkça söylüyor. Ben ise hep başka zamanlara ait olduğumu düşündüm, başka çağların kıyafetlerini giymeye heves ettim. Woody Allen da bunları bilirmiş gibi Midnight in Paris'i çekti, gördük ki kaçtığımız yine zaman değilmiş; nostalji ne kadar eskiye gidilse de baki kalıyormuş. Sonra bir de Rome with Love filmini çekti. Juno'da oynayan kızı görünce ağzım açık kaldı. Alec Baldwin'in gençliği name dropping yapan sahte entel bir kıza feci aşık oluyor. Alec Baldwin'in gençliğinde kendimi buldum, böyle şeylere kapılan tek ben değilmişim diye sevindim filmi izleyince. 

Bunları da keşke kitaplardan okuyup öğrenebilseydik de o yaşlarda o acıları çekmeseydik. Mümtaz aşkın biraz da kültürel bir şey olduğunu söylüyor. Bence de biraz böyle bu. Derste Divan edebiyatı öğreniyoruz sonuçta. Her şey gibi Divan edebiyatını da biraz fazla ciddiye aldığımdan imge aşkın, gam kervanlarına binmenin iyi bir şey olduğunu, böyle uzak ve acılı sevdaların daha matah olduğunu düşünüp durdum ilkgençlik yıllarım boyunca. Halbuki aynı yıllarda Ronsard da okuyorduk, sevgilisine gençliğine güvenme, ben yaşlı olabilirim ama sen de yaşlanıp çirkin olacaksın diye aşırı gündelik şiirler yazmış biri sonuçta. 

İnci de enginar ayıklayan gündelik Nuran'ın Nuran imgesine ters düştüğünü söylüyor. Işıklı üst insan Nuran'ın yemek yapmasını hayal edemiyoruz. Çok etkilendiğim Kar romanında Ka, aşık olması için kadını tanımaması gerektiğini söylüyor İpek'e. Tanışıldıktan sonra elde kalanın ise aşktan kalan mutluluk olduğunu ve bu mutlulukla birbirlerine sarılacaklarını iletiyor. Ben de uzun yıllar böyle düşündüm, sonra işte karşımızdakine değil bizim yarattığımız imgeye aşık olma fikri çok saçma gelmeye başladı. Hala izleyemediğim Kış Uykusu'nun fragmanında "beni olmayan tanrılara benzetiyorsun, sonra da o tanrı gibi davranmadığım için bana kızıyorsun. Bu haksızlık değil mi?" gibi bir şey söylüyordu Haluk Bilginer. Hem de çok büyük haksızlık. Darcy yok, Heathcliff yalan. 

Sonuçta enginar ayıklamak büyük maharet gerektiren bir şey. 

1 yorum:

  1. Bu yazıyı çok seviyorum. İmge kadınlar, onlara öykünen kadın okurlar… Ne güzel anlatmışsın. Ayrıca bu yazı ve Masumiyet Müzesi bir olup, aklıma bir hikaye fikri düşürdüler.

    YanıtlaSil