14 Eylül 2015 Pazartesi

Anna

Uyuyorum. Uyanıyorum. Hayatım yolunda, beni korkutan şey haberlere bakmak. Büyük bir istekle, özlemle, sevgiyle döndüğüm ülkemde olanlara bakıp bakıp fenalaşıyorum. Bundan kaçmak için en güzel şey yine sanat. Cumadan beri kendimi iyice sanata verdim. Filmler izledim, bienale gittim, müzelere gittim, resim yaptım, kitap okudum sırada yazı yazmak var. Bir şeyler yazmak neden lazım onu bilmiyorum, ama galiba bu kadar çok şeyle yüklenince insan bunları ifade edeceği bir yerler arıyor. Bu haftasonunu Türk filmleri izleyerek geçirdim. Önce tatlı bir romantik komedi, Bir Varmış Bir Yokmuş. Ağır ağır şeylerden sonra biraz hafiflik iyi gelir. Mert Fırat aşık rollerini güzel oynuyor, Melisa Sözen de filme iyi gitmiş. Filmin bazı kısımları Sex and the City'yi hatırlattı bana. Özellikle La Douleur Exquise bölümü (başlık Gunnar Madsen'den). Sonra Carrie'nin Big'i arayıp "I am a woman!" diye nutuk attığı bölüm. Bir Varmış Bir Yokmuş'da da, Melisa Sözen'in karakteri kendini ilişkide bir yere oturtmaya çalışıyor. Bunu hepimiz yaptık. Erkekler neden kadınlara hayatlarında yer açmaya zorlanıyor acaba? Aslında biz de bağımsız, güçlü kadınlarız ama illa en azından hayatımızda bir kere "bu ilişkide yerim ne benim! Neden uzaksın?" sorularını soruyoruz. Mevsimler filminde Ebru Ceylan da aynı şeyi yaşıyordu. Bir nevi ıssız adam sendromu yani de ıssız adam'ın ıssız olmak için bir sürü geçerli sebebi var. Normal hayatlarında yer açmakta zorlanan normal erkekler kadınları ne çok üzüyor. C-c-curly, your girl is lovely, hubbell. Hepimiz karmaşık ve zor kadınlar olduğumuza inanmak, o erkeklere ağır geldiğimize inandırmak istiyoruz kendimizi. Bu belki erkeklerin de problemidir de kadınlar bunu birebir varlık problemi olarak içselleştiriyor. 500 days of summer'da mesela Tom hemen kabulleniyor, başka aşklara yelken açıyor. Tom kadın olsaydı, Summer'ın hayatında yer edinene kadar ömrünü harcar sonra da neden olmuyor diye kendini kahrederdi. Yine de böyle konularda hep kadının verdiği savaşın filminin, dizisinin çekilmesi ilginç. O kahır yolculuklarına aşk diyor sonra da gençliklerini heba ediyor kadınlar. 

Sonra filmin müzikleri çok güzeldi, filmde Vah Belinda diye grup var. Aah Belinda benim en sevdiğim Türk filmi, bahaneyle onu izledim tekrar. Onun ardından ilk kez Hayallerim, Aşkım ve Sen'i izledim, galiba o filme de aşık oldum. Sanat eserlerinde yaratılan karakterlere duyulan tutku hakkında bir film desem herhalde neden sevdiğim anlaşılır. Puslu Galata ve Pera saatlerinden sonra bu filmleri izleyince garip bir ruh haline büründüm. Melankoli de bazen iyidir. Melankoli sanat içindir. Bu arada Sabancı Müzesi'ndeki Zero sergisi çok güzel.