26 Haziran 2025 Perşembe

Hurufilik

 
Hurufilik
Joseph başladı harfleri saymaya,
elif be te se. 
Alfabelerin adı değişiyordu, 
Almanca yazılıyordu harfler, 
Buchstabe Elif
elifba alphabeta.
Kitaplar nâmelere dönüşüyor, 
Goethe divanında oturuyor
ve çeviriden alıyor 
her demde artan derdini, 
nefes al,
nefes ver
çünkü dem nefes de demektir aynı zamanda.
Hüthütün kanadından saçılan tılsımları yakalayıp dağıtmak istenci.
Almanca şiirin her dizesinde
All- ile başlatıyor 
bin surette saklanan
sevgilisine  yazdıklarını.
Züleyhâ.
-Ne kadar ismi varsa hepsi sende-
“Bana bakıyorsun ve artırıyorsun derdimi her nefeste
Sana bakıyorum ve artıyor meylim her nefeste
Goethe uyandı ve onun yüzünde hakikati gördü. 
Alef.






[In tausend Formen magst du dich verstecken]

In tausend Formen magst du dich verstecken,

Doch, Allerliebste, gleich erkenn ich dich;

Du magst mit Zauberschleiern dich bedecken,

Allgegenwärt'ge, gleich erkenn ich dich.


An der Zypresse reinstem, jungem Streben,

Allschöngewachsne, gleich erkenn ich dich;

In des Kanales reinem Wellenleben,

Allschmeichelhafte, wohl erkenn ich dich.


Wenn steigend sich der Wasserstrahl entfaltet,

Allspielende, wie froh erkenn ich dich;

Wenn Wolke sich gestaltend umgestaltet,

Allmannigfalt'ge, dort erkenn ich dich.


An des geblümten Schleiers Wiesenteppich,

Allbuntbesternte, schön erkenn ich dich;

Und greift umher ein tausendarm'ger Eppich,

O Allumklammernde, da kenn ich dich.


Wenn am Gebirg der Morgen sich entzündet,

Gleich, Allerheiternde, begrüß ich dich;

Dann über mir der Himmel rein sich ründet,

Allherzerweiternde, dann atm' ich dich.


Was ich mit äußerm Sinn, mit innerm kenne,

Du Allbelehrende, kenn ich durch dich;

Und wenn ich Allahs Namenhundert nenne,

Mit jedem klingt ein Name nach für dich

    


                                            In a Thousand Forms

English version by John White

You may hide yourself in a thousand forms,
Still, All-beloved, I recognize you;
You may cover yourself in magic mists,
All-present, I can always tell that it is you.

I discover you as well, All-beautifully-growing,
In the cypress's pure young surge,
In the stream's fresh, living rush,
All-enchanting, I know you well.

When rising jets of water unfurl,
All-playful, how glad I am to see you;
When clouds form and transform themselves,
All-manifold, I discern you in them.

In the blossoming tapestry that covers the meadow,
I see your All-colorful, starry beauty;
When ivies reach their thousand arms around,
I meet you, All-embracing.

When morning lights the mountain range
I greet you there too, All-brightening,
Then, as the sky grows round above me,
All-heart-expanding, it is you I inhale.

What, with out and inner senses, I know,
I know only through you, All-teaching;
When I name Allah's hundred names,
A name, with each name, re-echoes for you.

24 Mayıs 2025 Cumartesi

Büyülenme

 Kitapçıda Mallarmé şiirleri görünce almıştım, James Lloyd Austin derlemesiymiş. Önsözünü okuyorum, Mallarmé'nin dil anlayışıyla ilgili neler yazmış. Mallarmé, dil mükemmel bir araç değil, öyle olsa bu kadar çok dil olmazdı, mutlak anlamı veren üstün tek bir dil yok demiş. Mallarmé'nin ömür boyu taşıyacağı değerlerden bahsediyor, şiir, aşk ve dostluk. Bunu da şairin "hayatta yalnızca Güzellik vardır, ve bu da sadece tek bir şekilde ifade edilebilir, Şiir" sözlerine bağlıyor. Ordan da Proust'un aydınlanmış tek yaşam vardır, o da edebiyattır sözüne bağlamış. Böyle şeyleri okuyunca mutlak güzellikle karşı karşıya kalmış gibi hissediyorum kendimi. Önsöz Mallarmé'yle işimiz asla bitmez diye bitiyor. 

 un poison tutélaire 

Toujours à respirer si nous en périssons.

The tomb of Charles Baudelaire

The buried temple shows by the sewer-mouth’s
Sepulchral slobber of mud and rubies,
Some abominable statue of Anubis,
The muzzle lit like a ferocious snout

Or as when a dubious wick twists in the new gas,
Having, we know, to wipe out insults suffered
Haggardly kindling an immortal pubis, 
Whose flight strays according to the lamp

What votive leaves, dried in cities without evening
Could bless, as she can, vainly sitting
Against the marble of Baudelaire

Shudderingly absent from the veil that clothes her
She, his shade, a protective poisonous air
Always to be breathed, although we die of her.


Le tombeau de Charles Baudelaire

Le temple enseveli divulgue par la bouche 
Sépulcrale d'égout bavant boue et rubis 
Abominablement quelque idole Anubis 
Tout le museau flambé comme un aboi farouche 

Ou que le gaz récent torde la mèche louche 
Essuyeuse on le sait des opprobres subis 
Il allume hagard un immortel pubis 
Dont le vol selon le réverbère découche 

Quel feuillage séché dans les cités sans soir 
Votif pourra bénir comme elle se rasseoir 
Contre le marbre vainement de Baudelaire 

Au voile qui la ceint absente avec frissons 
Celle son Ombre même un poison tutélaire 
Toujours à respirer si nous en périssons.




22 Mayıs 2025 Perşembe

Polyglot

Yazı gibi dillere de hep merakım oldu. Bu aralar şunu düşünüyorum sık sık, gün içinde 5-6 dilde bir şeyler okuyorum, en az 3 farklı dilde konuşuyorum, bazı şeyleri hangi dilde okuduğum karışıyor ve bu yüzden bazen bana varılması gereken mutlak bir anlam varmış, dil sadece bir araçmış gibi geliyor. Dilin doğru kullanımı üstüne çok düşünüyoruz ama yeni çıkan çeviri araçlarıyla bunun bir önemi kalacak mı? Emojilerle hiyerogliflerle aktarılması gereken tek bir anlam mı kalacak? Aracın kullanımı bu kadar kolaylaşınca dil üstüne düşünceler ne olacak? Yapay zekanın parlattığı, kaybolmayacak alanlardan biri felsefe bence. Yeni Wittgenstein'lara ihtiyaç var, hayat tarzımız tamamen dil üzerinden kökünden değişmek üzere. Anlam nerede ve dil bunun neresinde? Diller arası sürekli geçiş dilin önemini yok ediyor, anlama varmaya çalışırken detaylarda kaybolmak. Almanca ve Fransızcanın kuralları benzer ama çok kafa karıştırıcı. Fransızcada mesela çiçek beyazdır deyince, la fleur est blanche, burda beyaz da feminin'e dönüştü, blanc değil blanche oldu. Almancada cümle yapısı aynı Die Blume ist weiss, ama weiss feminin'e dönüşmedi. Bunlar fonetik kurallar oluyor çoğu zaman, anlama ne etki ediyor? Ya da yapay zekaya Die Blume ist weisse yazsak da anlayacak, anlıyor. Yabancı dil öğrenmenin en büyük şartlarından biri anadilini iyi bilmektir, belki bu yeni teknolojiler kendi anadilimizin en ufak kurallarını bile öğrenip içselleştirmeye yarayacak. Buraya Mallarmé'nin şiirindeki boşluklar ve anlam üzerine düşünürken geldim. Kafamda döneceğine buraya yazayım, sonra araştırırım. 

19 Mayıs 2025 Pazartesi

Kuşlar Uçuyor

"Müjde ey gönül, yine sabah rüzgarı geldi. Hoş haberler getiren hüthüt, Seba'dan erişti." Hafız


Bazı dilleri bazı kitapları okuyabileyim diye öğrenmişim hissine kapıldığım oluyor. Fransızcayı Mallarmé için öğrendiğimi düşünüyorum. Almancayı da çevirisi olmayan Goethe ve Marianne mektuplarını okuyabilmek için öğrenmişim ben. Edebiyat uzun ve sonsuz, Goethe ile Marianne'nin mektuplarında Hüdhüd kuşu uçuyor.

Marianne'nin Goethe'ye mektubundan: 

Und wie viele schöne Mädchen gibt es nicht hier;
Hudhud läuft in einemfort über den Weg;
auch hohe Herrschaften genug, wenn man will,
und hohe Berge und Täler, und 
doch Sie können ja nicht kommen.

        Ne çok güzel kız var burada, bir bilsen
        Hüdhüd, aralıksız geçip durur yollardan.
        İstersen, asil ruhlar da eksik değil,
        Yüksek dağlar var, derin vadiler...
       Ama sen, sen zaten gelemezsin buraya.

Goethe'nin Marianne'ye cevabı:

"Wä­re ich Hudhud, ich lie­fe dir nicht über
den Weg, sondern schnur­stracks auf dich zu. Nicht als Bote,
um meinetwillen müsstest du mich freundlich aufneh­men.
Zum Schluss den frommen, liebevollen Wunsch:
Eja! waren wir da!"

Hüdhüd olsaydım, yolunu kesmezdim,
doğrudan sana doğru koşardım. Bir haberci olarak değil,
kendim için beni dostça karşılaman gerekirdi.
Ve sonunda şu dindar, sevgi dolu dilek:
Eja! Keşke orada olsaydık!


18 Mayıs 2025 Pazar

Pazar kahvesi

Hava iki haftadır yağmurlu, evde geçirdiğimiz zaman çoğaldı. Dante and Hafız diye bir kitap buldum onu okuyorum bir yandan. İlk bölümü "sigh" iç geçirmeyle ilgili. Sonra da aylar sonra adını anımsadığım Dhafer Youssef karşıma çıktı birden. Bu çok etkileyici parçasını unutmuşum, adı "Soupir Eternel", eternal sigh yani. Geçen gün Enis Batur'la ilgili çok hüzünlü bir yazı okudum. https://www.k24kitap.org/olume-karsi-siirler-5185 Roni Margulies'in Harfiyat Kamyonları'nı okuduğumda içimi kaplayan hüzne benzer duygularla kuşandım. Yapacak bir şey yok, yine onların hayat dolu şiirlerinde avuntu bulmaktan başka. Çünkü yaşadım diyebilmek için yapılacak şeyi yapmışlar zaten, yazmışlar işte, neyse ki Enis Batur yazmaya devam ediyor, bence genç de zaten. Ordan oraya kitaptan kitaba sürükleniyorum. Dün bütün gün Derrida okudum, Platon'un Phaidros'uyla birlikte, bilmediğim bir sürü şey öğrendim. Mısır'da Teuth diye bir tanrı varmış, aritmetiği, zarı, sayı sistemini ve en önemlisi yazıyı bulmuş. Yazı buluşunu krala sunuyor, kral yazının insanları tembelleştireceğini düşünüyor, beğenmiyor bu buluşu. Derrida da bu efsaneden, pharmakon kelimesinin zehir, deva, ecza anlamları üzerinden bir okuma yapıyor. Çok güzel kavramlar vardı okuduklarım içinde, efsaneleri dolaşmaya yollamak, yazıyı iple örülmüş bir şeylere benzetmek. Nurdan Gürbilek'in Örme Biçimleri'ne bağlandı bu da. Yine de Derrida şu anda burada kalacak gibi, edebiyat kısmından çok felsefe kısmı ağır bastığı için. Bu ara edebiyata doyamıyorum. Derrida'dan dinleneyim diye Behçet Necatigil-Tahir Alangu mektuplarına döndüm. 1937 yılında yazılmış mektuplar, bugün bana yazılsa ben okur sevinirim. Behçet Necatigil Almanca öğrenmeye çalışıyor, zorlanıyor. Tahir Alangu daktilo almış, onunla yazmak bir mucize gibi geliyor ona. "Hiçbir şeyden yılma Behçet," demiş Tahir Alangu mektubunda. "Aramızda bu kadar mesafe olmasına rağmen mektubunu aldığım zaman hissettim ki her zamankinden ziyade senin yanındayım, odanın tavanına bak ben oradayım; burada olduğumdan ziyade," mektuplara takmışken bunları okumak hoşuma gitti. Böyle çalakalem kafama göre yazmak hoşuma gitti, ben bu blogu zaten bunun için açmıştım, okuduklarım içime sığmayıp taşınca yazacak bir yer olsun diye. 

15 Mayıs 2025 Perşembe

Kitap, daha çok kitap

Edebiyat veya felsefeyle ilgili çok karmaşık metinleri okuyunca, insanın bazı şeyleri neden üniversitede okuması gerektiğini anlıyorum. İlgimi çeken çok fazla şey var, bunları tek başıma okuyup ne kadar anlıyorum, bu soru benim için muamma, bunları bir hocayla, sınıfla tartışmak iyi olurdu. Örneğin insan çok iyi matematik ve mantık bilmeden Wittgenstein'ın ne kadarını anlayabilir? Bana kalırsa edebiyatçılar da o yüzden belli başlı önermelerine takılıyorlar ki, bu da çok mümkün Wittgenstein'ın tek bir cümlesi bile bir yazarı ömür boyu meşgul edebilir. İşte Bachmann, Jelinek, Maggie Nelson, hatta Sally Rooney bile Wittgenstein'ın bazı önermelerine dayanarak kitaplar yazmışlar. Wittgenstein'ın Tractatus'la felsefe işini çözdüğüne inanmasına şaşırmamak gerek, gerçekten de soruları bir üst düzlemde ele alıyor, üstelik kitap da bir senfoni gibi yükselip sonunda etkileyici bir sessizliğe bürünüyor. Peki Eagleton'ı, Jameson'ı, Bloom'u, Wittgenstein'la, Barthes ve Derrida'yı, Eco'yu, Perloff'u (sınırsız isim yazabilirim buraya) ve bunların temas ettiklerini tam anlamadan okuduklarımızı nasıl yorumlayabiliyoruz? Okudukça daha çok okunacak şey olduğunu fark etmek hem merak duygumu kabartıyor, hem de hiçbir zaman hepsini okuyamayacağımı bilmek içimi sızlatıyor. Yaşım ilerledikçe ömrümü bunlara adayabileceğimi daha net hissediyorum. Çok kolay sıkılan bir insan olarak bu sıkıcı görünen şeylerin gözümde iyice ilginçleşmesine de ayrıca şaşırıyorum. Edebiyata hayatımda gerçekten hakettiği yeri verdikçe o da dallanıp budaklanıyor ve diğer her şeyin önüne geçiyor, evet ben edebiyatı gerçekten bu kadar çok seviyormuşum. Ne garip şeyler, neyi ne çok sevdiğimizi anlayıp kendimize izin vermemiz bile ne kadar uzun süre alıyor bazen. 

13 Mayıs 2025 Salı

Man o To

Uzunca bir aradan sonra galiba tekrar blog yazmaya başlayacağım. 
Denemeler ve şiirler yazıyorum ama onları düzenlemek zorunda kalıyorum, sosyal medyada aldığım notları çok da uğraşmadan buraya koymayı deneyebilirim. Sosyal medyadan uzaklaşma denemeleri. Yazılı ortamları hep çok sevdim, sözlük, blog, sonra twitter. Yazı yazmaya daha ciddi eğilince de kendime göre insanlarla tanışmamı da sağladı sosyal medya, yine de sürekli yenilenen, bağımlılık yapmaya, dikkat bölmeye programlanmış bir akış olmaksızın da olur belki bazı şeyler. 

Goethe ve Hafız hakkında okuyorum. Flow kitabı gibi, neden Hatem mahlasını almış diye araştırmaya başlıyorsun, sonra Hatem Zograi'nin tuğra kelimesiyle ilişkisi, Melahat Özgü'nün yazdıkları. Hayret Elif Şafak bu madeni nasıl keşfetmemiş. Hafız'la Goethe için Almanya'da bir anıt varmış. Karşılıklı iki sandalye, gönül mülkünde oturuyor gibiler. Bedoo suret yeki jan. Can kavramından da çok etkileniyorum. Burada tanıştığım Ermeni arkadaşım da oğluna Maximjan diyor, İran'dan geldikleri için, Maksimcan :) Sordum burada lisede Goethe şiirleri işleniyormuş, elbette okulda öğrendikleri için nefret ediyorlar. Almanca anıtlara "Denkmal" deniyor, bana bu hep dur bir düşün diyor gibi geliyor. Dur bir düşün, Goethe ve Hafız'ın karşılıklı mülkünde Yahya Kemal ne diyor. Her seher bir gül açar, her gece bir bülbül öter. Gülle bülbülün böyle uzaklara seyahat edebileceklerini bilmiyordum. Hafız'ın Divanında "“Ey bülbül, benimle yoldaş olmak niyetindeysen, bana dost olmak hevesini güdüyorsan ağla, inle. İkimiz de âşıkız, işimiz ağlayıp inleme.” yazıyor ve Huthut kuşu, Mantıku't Tayr, hepsi birbirine bağlanıyor, Goethe de Huthut kuşundan bahsediyor. Büyük şeyler bunlar. 

Bazen ümitsizliğe kapılıyorum, bizim için batı kültürü de doğu kültürü de sonradan öğrenilmiş şeyler, belki o yüzden Yunus Emre'yi, Aşık Veysel'i bu kadar etkileyici buluyorum. Fikret Kızılok'un gitarını kırmasını anlıyorum. Buraya böyle karmakarışık yazma izni veriyorum kendime, düzenleme başka yazıların işi.