Zaman geçiyor.
Zamanın geçtiğini söyleyen bütün yazarlar
ölü şimdi.
Bir tel kopar neydi o ahenk.
Zadie Smith, ben genç olmayı
çok seviyorum, demiş
bir röportajında.
Ben genç olmayı çok sevmiyordum.
Çok genç olmayı diyelim ya da.
Zadie Smith, ödüller almış bir romanla
gizli gizli alay ediyor.
Artık,
böyle düz dümdüz
anlatamazmışız.
Bahsettiği roman, içine düştüğü bütün klişeleri
anlatıcısına söyleterek
klişe olmaktan
kurtulmaya çalışıyormuş.
Kurduğu tuzakların farkında olması da
kurtarmıyormuş bu romanı.
Öyle diyor.
Hangi romandan bahsettiği önemli değil.
Önemli olan söylediklerini
Zadie Smith’in söylemiş olması. (bu bir fısıltıyla okunmalı)
Kimse İngilizce romanın iki yolunda
hangi romanlardan bahsettiğini
hatırlamıyor.
Sadece, romanda
iki yol olduğu kalıyor akılda.
Benim aklımda.
Bilinç içinde yüzüyorum.
Yaşsız, zamansız.
Bilincin bahçeleri.
Düşünme, düşünme kıskanırsın.
seninle okuduklarımsa büsbütün başka şeylerdi seninle bir bahçedeyiz geliyor bana
orada hem var hem yok gibiyim daha doğrusu bütün bir bahçe oluyorum
Om mani padme hum.
Sigarayı bırakalı on yılı geçti.
O kadar da zor değil.
Ama önce sigara içmenin
havalı-bir-şey olmadığına
ikna olman gerek. (iki kez oku bunu)
Enis Batur bisiklet bir özgürlük beldesidir, diyor ve sonra sayfalarca
sigara hakkında yazıyor.
Sayfalarca.
Yazı yazarken eli hep
sigaraya gidiyormuş.
Onun da aklında Zeno var.
Sigarayı bıraktığımda
yoga yapmaya çalıştım.
İşe yaramadı.
Geoff Dyer’ın kitabını da
o kadar beğenmedim
aslında.
Bazı yazıları daha güzel.
Seksenlik Avusturyalılar
yanımda
amuda kalktığında
ben
çocuk pozuna
sığınıyordum.
Hala yoga
yapmıyorum.
Sigarayı
kanal tedavisi yüzünden
bırakmak
zorunda kalmıştım.
Burada
doktora yalnız
gidiliyor.
Yanıma alamadığım
refakatçiler, ev duygusu ve köklerim
Türkiye’delerdi hepsi.
Tek başıma
ağladığımı gören doktor
saçlarımı,
uzun
upuzundular o zaman,
okşamıştı.
Çıkıp son bir sigara yakmadan hemen önce.
Saçlar önemli.
Kadın şairler için güç,
erkek şairler için arzu nesnesidir onlar.
Sylvia’nın kırmızı
Gülten’in kara
benim kahverengi
saçlarım.
Ele avuca sığmaz, ferman dinlemez saçlarını dişlediğim zaman, anıları yer gibi oluyorum.
Bunun hangi
şiirde geçtiğini
bulmak
senin görevin
olsun.
Ben sigarayı da
kitap okuyarak
bıraktım.
In the realm of hungry ghosts.
Aç hayaletlerin ülkesinde.
Bağımlıların çoğu kendilerini
bağımlılıklarıyla tanımlar.
Gabor Maté’nin
kitabıydı bu.
İçimizdeki boşluğu
ANCAK
ve
ANCAK
bir bağımlılık
doldurabilir.
VE ondan kurtulunca
KENDİMİ
o kadar güçlü
hissetmiştim ki
yeniden sigaraya başlayıp
yeniden bırakmalıyım,
demiştim kendi
kendime.
Sokaklarda
yenilmez bir kadın gibi
yürüyordum.
Teju Cole
ilk romanında
Sebald’ı taklit ediyormuş.
Ben Open City’yi ilk okuduğumda
Sebald adını daha hiç duymamıştım.
Son romanında da
yeni bir anlatıcı tekniği
ve Bach kullanıyor çokça.
Spotify’da kitapta bahsettiği
Afrikalı müzisyenlerin listesini yapmış.
Takip ediyorum.
Bastan Toure.
Şarkılardan birinin adı bu.
Mustafa Sandal.
Laszlo Krasznahorkai okuduğum ilk öyküsünde
Mustafa Sandal’dan bahsediyor.
Gülme,
gerçek bu.
Karakterine dinletiyor.
Zadie Smith, gençken
güzel değilim ama akıllıyım
davulunu çalıyordum demişti,
nerede okuduğumu hatırlamıyorum şimdi.
Evet,
Clarice Lispector kadar
güzel değil gerçekten de.
İnci Gibi Dişler,
daha Türkçeye çevrilmemişti
Amsterdam’dan İngilizcesini aldığımda.
Rachel Kushner,
hem kadın
hem yazar olmak
birleşmez pek, ama Lispector’da birleşir,
ben de ikisi de olmak istiyorum diyor.
Çok normal,
ben de.
Ellerim yandığı için artık
ateşten bahsetme hakkına sahibim,
bütün kepenklerim kapalı,
sana karanlıkta yazıyorum,
Senin G.
Uyandım.
Uyanmıştım da
yeniden Uyandım.
Kelimeler belki
anlamın ÖTESİNE
geçmiştir.
Hep aynı şeyi yazıyormuşum gibi
geliyor
bazen.
Flaubert mektuplarını G. diye
imzalıyor.
G, je, ce, veya he
diye de okunabilir başka dillerde.
Borges’in H’si.
Sonra Alef’i gördüm.
Korkunç bir sevgiyle, kuşkulu bir sıkıntıyla, hayranlıkla, imrenerek-
bakıyor Dante’nin Francesca ve Paolo’suna.
Bunu İngilizce okuyunca
daha da güzel oluyor.
With appalling love, with anxiety, with admiration,
with envy.
Ben çocukken
en sevdiğim çizgi film
Uyuyan Güzel’di.
Disney, 1959 yapımı olan.
Orada prenses,
prensle rüyasında
tanışır.
Şarkısı da var.
—---Once upon a Dream—-
Borges’in denemesinin adı da
Düşte Buluşma.
Beatrice ve Dante.
Bu yazdığım da
belki
benim
seninle
buluştuğum bir
rüya.
Kimbilir.
Oneira
Yunanca rüya demek.
İlk kez
bir şarkıda duydum onu.
Türkçesinde
Allahım ALLAHIM diyor
Oneira Oneira yerine.
Ateşlere yürüyorum.
ve sonra ben bir
kelimeye aşık oldum peşine düştüm kitaplarda aradım onu
ve nerelerde gördüm Oneira/Oneiric
sözcüğünü
Ada veya Arzu Ada or Ardor Ada ou l’Ardeur
Cartarescu Solenoid’de de
karşıma çıktı
ve en sonunda da
yine
(bu kadın neden böyle iyi yazıyor)
Anne Carson.
Malina’nın İngilizce baskısında
önsözü
Rachel Kushner yazmış.
Bende Almancası var.
Avec mes mains brûlées,
Flaubert’in mektubunun
o kısmını almış Bachmann.
Fransızca.
Mektuptakinden biraz farklı
Yanmış ellerimle,
ateşten bahsedebilirim.
Anne Carson da Bachmann’dan
alıntı yapıyor,
aynı hatayla.
Bilerek, sever böyle şeyleri.
Avec tes mains brûlées.
Senin yanık ellerin.
'Damozel', 'eglantine', elegant' kelimelerini
severim. Upuzun uzattığın şu beyaz elimi öpmene bayılıyorum
Ada veya Arzu’dan bu.
Safiye Erol
ve Nabokov’u
birleştiren
Eglantin kelimesi. (Ne dediğimi anlamak için
Ülker Fırtınası’nı
okuman
gerek,
şart bu.
Yoksa
anlaşmamız
mümkün
değil).
Anne Carson’da Sevim Burak etkisi.
Yok tabii ama,
Sevim Burak’ın yazdığına çok benzer şeyler yazmış.
Ahmet Oktay,
Sevim velut bir yazar değildi, diyor
günlüğünde.
Velut ne demek diye
sözlüğe bakmak zorunda kalıyorum.
Verimli demekmiş.
Aynı şeyleri yazmamak için
bir de böyle yazıyorum.
Zadie Smith’in beğenmediği romanın adı
Netherland.
Siz okusanız
kesin
çok beğenirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder