Edebiyat veya felsefeyle ilgili çok karmaşık metinleri okuyunca, insanın bazı şeyleri neden üniversitede okuması gerektiğini anlıyorum. İlgimi çeken çok fazla şey var, bunları tek başıma okuyup ne kadar anlıyorum, bu soru benim için muamma, bunları bir hocayla, sınıfla tartışmak iyi olurdu. Örneğin insan çok iyi matematik ve mantık bilmeden Wittgenstein'ın ne kadarını anlayabilir? Bana kalırsa edebiyatçılar da o yüzden belli başlı önermelerine takılıyorlar ki, bu da çok mümkün Wittgenstein'ın tek bir cümlesi bile bir yazarı ömür boyu meşgul edebilir. İşte Bachmann, Jelinek, Maggie Nelson, hatta Sally Rooney bile Wittgenstein'ın bazı önermelerine dayanarak kitaplar yazmışlar. Wittgenstein'ın Tractatus'la felsefe işini çözdüğüne inanmasına şaşırmamak gerek, gerçekten de soruları bir üst düzlemde ele alıyor, üstelik kitap da bir senfoni gibi yükselip sonunda etkileyici bir sessizliğe bürünüyor. Peki Eagleton'ı, Jameson'ı, Bloom'u, Wittgenstein'la, Barthes ve Derrida'yı, Eco'yu, Perloff'u (sınırsız isim yazabilirim buraya) ve bunların temas ettiklerini tam anlamadan okuduklarımızı nasıl yorumlayabiliyoruz? Okudukça daha çok okunacak şey olduğunu fark etmek hem merak duygumu kabartıyor, hem de hiçbir zaman hepsini okuyamayacağımı bilmek içimi sızlatıyor. Yaşım ilerledikçe ömrümü bunlara adayabileceğimi daha net hissediyorum. Çok kolay sıkılan bir insan olarak bu sıkıcı görünen şeylerin gözümde iyice ilginçleşmesine de ayrıca şaşırıyorum. Edebiyata hayatımda gerçekten hakettiği yeri verdikçe o da dallanıp budaklanıyor ve diğer her şeyin önüne geçiyor, evet ben edebiyatı gerçekten bu kadar çok seviyormuşum. Ne garip şeyler, neyi ne çok sevdiğimizi anlayıp kendimize izin vermemiz bile ne kadar uzun süre alıyor bazen.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder